4 Haziran 2013 Salı

Bir Başkadır Benim Memleketim (1)




Yazıma vereceğim başlığı "Memleketimden insan manzaraları" olarak kararlaştırmıştım ki bir an sadece insanlardan bahsetmeyeceğim geldi aklıma... Hangi yaşa gelirseniz gelin bu ülkede yaşıyorsanız hayat gerçekten çok garip (Cedric)



Ağaçlarını, yeşilliklerini, güzelliklerini devletten korursun bu ülkede. Rahatsız olursan 'Hayırdır?' şikayet edersen 'Öteki' sesin yükselirse 'Provakatör' hakkını arayınca da 'İşsiz güçsüz çapulcu' oluverirsin birden.


Ne de olsa %50'si vardır değil mi benim padişahımın? Ne de olsa bir elini kaldırsa 1 milyon karşı çapulcuyla karşılık verir dimi? İnsanlığın, insan olmanın, ötekiysen hiç bir anlamı yoktur bunların gözünde. Ya onlardansındır ya da hiçbir şey... Ya sözüm ona medeniyet akar paçalarından vıcık vıcık; etrafına nam salarsın medeniyetinle ya da ne idüğü belirsiz görüşleri önemsenmeyen kitle olursun sadece.


Oysa bir düşünsen payitahtım! İnsanlığın yaşam alanına nasıl da müdahale ettiğini görsen. Orantısız gücünle -zamanında acil servisler, okul bahçeleri vs birçok yer de nasibini almıştı.- insanların seslerini kesemediğini bir bilsen.



 Yanlız anlamadığın şu var hacım. Gel yanaş bi. Anlatayım:

* Çattığın insanlar sadece kankanın oğluna hediye edeceğin avm karşıtı idiler.

* Onlar ki Atatürk'ün ilelebet ve payidar kalacak güzel ülkemi emanet ettiği heyecanlı nesildi.

* Güdümlü anne terliğiyle tecrübeler kazanarak çıkmıştı senin güdümlü polislerinin karşısına.

* Zamanında gaz arabalarının arkasına takılıp saatlerce sürüklenen nesle çattın hacı. Kasımpaşa kabadayılığı da sökmüyor ki. Daha çok bağır, köpükler saça saça talimatlar yağdır çevrendekilere!

* Sahi senin de gözlerinin önünde biber gazı gibi sis bulutu var galiba. Yoksa halkının meşru taleplerine karşı bu kadar kör olamazsın hacı.

* Senin gibi mikrofon delikanlılarına da kaçmak yaraşır hacım. Ardına bakma yolcu! Git bakalım Afrika'daki Türk okulları yerinde mi? O siyahi çocuklardan biri 'Beraber yürüdük biz bu yollarda' deyip akıtsın bi içindeki bölücünün sahte gözyaşlarını.

* Burada bekleşen güzel insan toplulukları sabah işlerine gidip akşam buluşacaklar gene meydanlarda. Onlar çakmakla piknik tüpünü kontrol eden neslin evlatları; fena vurdun baltayı taşa.

* Neyse hacım aslında boşa konuşuyorum farkındayım. Tüm insanlar kaç gündür bunu anlatmaya çalışıyor zaten dimi? Orantısız kibrin bunun da bastırılması taraftarı değil mi din tüccarı? Dediğim dedikçibaşısın sen. Ardından da yalaka yardakçıların. Gün gelir devran döner boş insanların bakanı. Gün gelir hesaplaşılır da tüm yapılanlarla...







Son bir hatırlatma:

Anayasal Haklar: İnsan hakları: dil, din, ırk, cinsiyet, ekonomik ve sosyal durum gibi hiçbir ayrım yapılmaksızın bütün insanların yalnızca insan olmaları nedeniyle sahip oldukları haklardır. Bu haklar bireye devlet tarafından bağışlanmış değildir. Devletin görevi; bu hakları korumak ve güvence altına almaktır.

28 Mayıs 2013 Salı

SEVGİLİYE:1










  • Yanağındaki küçük çukura saklanmak istiyorum. Uyumak, yüzyıllarca uyumak. İlla isim konulacaksa ben masal değil hayat demekten yanayım. Bu yolları yan yana yürümekten.





  • Erguvanlar açmaya başladı, mavi mi pembe mi ayırt edemiyorum renkleri, kokuna bir isim bulmaya çalışmaktan da vazgeçtim. Ten kokun, dokun, dokunmak sana.


  • Bir masada kahvemizi yudumlayıp, heyecanla dedikodu yapacağız, sana kaçırmadan anlatmam gereken aylar biriktirdim, kolay mı?


  • Hiçbir sözümüz umutsuzluk taşımayacak, inanacağız, inandıracağız, yaşadığımız cehennemin cennete dönüşeceğine. Katil olmadığımızı, diktatör bir komutan olmadığımızı bilerek içimizdeki tüm ırkları birleştirerek, Kenya’da Tanrı’nın unuttuğu bir çocuğa gülümseyerek,  insanların koşarak geçerken fark etmediği selpakçı amcanın gülüşüne karşılık vererek ve bırakarak bu dünyanın tüm kandırmacılarını kendimize insanca bir yol çizeceğiz!


  • Bir gün hiç gelmeye karar vererek gidersen, bavulumu hazırladım, geçmişi koymadım içine, adı ‘’geçmiş’’olacak gelecekleri beraber yaşayalım diye!


  • Susma ! Kelimelerin, senin ayak izlerin. Nereye gittiğini bulamazsa ölür benim ellerim!


  • Sen ne güzelsin! Bunu gör diye sana ellerimle ayna yapmak istiyorum, kendini göreceğin her parçayı ellerimle işlemek, tenim kesildiğini görmek, seni kanayan bir kalp ve sana kanan bir akılla sevmek.. hastalık bir şey değil mi bu?  Damarlarıma kadar kıskanıyorum, eline değen bir el, kulağına söylenen bir şarkı, sana gülümseyen bir yüz aklıma geldiğinde. Ve gelemiyorum yanına. Yapılacak onca şey var bak sırtım kamburlaşmaya başladı, sahi beni çirkinken de sever misin ki?  







 (Alıntı ve uyarlamadır)

3 Eylül 2012 Pazartesi

MUTSUZ OLMAK İSTEYENLERE TAVSİYELER

Kimi dergi sayfalarında veya gazetelerin haftasonu eklerinde sıkça karşımıza çıkar "Mutlu Olmak İsteyenlere Tavsiyeler, Mutlu Olmanın 50 Kuralı" tarzı yazılar. Abasız bir derviş edasıyla emredercesine kılavuzluk eder kargalar, sıkıntıdan içi geçmiş insanlara. Hımm deyip açıverilir sayfalar bir bilge havasıyla yalnız o da ne? Hemen hemen her gün yapılan (kendimize ve başkalarına) rutin işler silsilesinden ibaret bi dünya tavsiye. 'Ee peki bütün bunları yapmamıza rağmen neden mutlu değiliz hala?' diye soruyorsanız şayet öncelikle üstesinden gelmeniz gereken mutsuzluklar olduğunu unutmayın. Mutlu olmanın sırrı basittir bu yüzden: 'Hayatınızdaki tüm mutsuzlukların geçici olduğunu asla unutmayın ve hayatın her naniğine inat daha sıkı sarılın sevdiklerinize!"

Gelgelelim başlığımızın detaylarına. Mutlu olmak için ne yapılması gerektiği aşikar da mutsuz olmak için daha çok çabalamamız gerekiyor. (Gülmek için 17 kasa, surat asmak için ise 43 kasa ihtiyacımız vardır mesela)

Hazır ukala bir hava yakalamışken bir editör edasıyla maddelerimi sıralamaya başlayayım:



 
Ø      Mutsuzluğun altın kuralı: ‘Keşke’ leri hayatınızın önemli bir parçası haline getirebilmektir zira bir genç kızın çantasındaki ıslak mendil kadar önemli bir ayrıntıdır hayatımızdaki keşkeler.

Ø      Herkesin sizin hakkınızda söylediklerini aşırı derecede ciddiye alın. Büyük bir mutsuzluk, kulak memesi kıvamına böyle getirilebilir çünkü.

Ø      Sürekli geçmişinizi sorgulayın bu çok işe yarar. Bir zaman makinesine girmişsiniz de makinenin düğmesi geçmiş moduna takılı kalmış gibi kıvrım kıvrım kıvranın.

Ø      Mükemmeliyetçi davranın. “Kadı kızında bile kusur istemem ben yeea!” diye ısrarcı olun. Aradığınız mutsuzluğu burada bulacaksınız.

Ø      Sevdiklerinize hak ettiklerinden daha fazla değer verin ki günü gelip de yüzüstü bırakıldığınızda, Brütüs’lerinize ağız dolusu saydırıp mutsuzluğu doruklarda yaşayabilesiniz.

Ø      Sık sık aşık olun (en azından olmaya çalışın) ki; ilişkiniz bittiğinde duyacağınız acı yer yer (özellikle mutlu olduğunuz anlarda) hatrınıza gelip mutsuzluğunuzu katmerlesin.

Ø      Yalan söylemeyi ihmal etmeyin çevrenizdeki insanlara. Yatsıya kadar yanan mum söndüğü anda yapayalnız bırakılışınızın verdiği mutsuzluk (mazoşist bir yapıya da sahipseniz tadından yenmez) tarif edilemeyecek kadar şiddetli sarsacaktır bünyenizi.

Ø      Sakın Pollyanna gibi üçkağıda kaçmayın. Mutsuzsunuz işte! Bardak boş ya, dolu tarafını görmeye ne hacet! (Hem pollyanna bu devirde yaşasa başkalarını mutlu edeceğim diye kötü yola düşer bir otoyol kenarında defalarca bıçaklanmış bir halde bulunurdu.)
 
 
     Şimdilik bu kadarı Depresyon Stayla olarak yaşamınızı idame ettirmenize yeter. Gelişmelerden sizi haberdar edeceğim.
 

KENDİM +DE BULUNMA HALİ (VOL:2)



Gelecek hiç de hayırlı olaylara gebe değil gibi görünüyor. Anlam veremediğim bazı olaylar yaşanmaya devam ettikçe "hayırlısı" deyip başıma gelecekleri bekler buluyorum kendimi. Ben elimden geleni fazlasıyla yapıyorum sanki (biraz geç de olsa) zira yapmam dediklerimi yapıyor olmam bile önemli bir gelişme olmalı. Sahi, her derdini dinlediğime umut aşılayan ben, neden o aşıyı ruhuma da saplayamıyorum? Neden kırık dökük her anının sonu, uçsuz bucaksız yalnızlıklara sürüklüyor hayallerimi?
Karınca gibi hissediyorum kendimi; küçük ve zavallı. Taşıdığı yükün ağırlığı kimseler tarafından farkedilemeyecek kadar aciz bir o kadar da.
Eskiyi özlüyorum ve yeninin de eski gibi olmaması, bir noktadan sonra hiç olmayacağı anlamına geliyor onu da biliyorum. "Biz elimizden geleni yaptık." diyen ameliyattan çıkmış doktor gibiyim; çaba göstermek, umutsuzca çırpınmak daha da canımı yakıyor. Bir an önce ne halim varsa görmek istiyorum.

25 Ağustos 2012 Cumartesi

VUSLAT (ÖYKÜ:1)


Bu kez rüya değildi işte. Sıcacık nefesin, yüreğimi titretecek kadar yakındı bana. Gözlerinin maviliği, uçsuz bucaksız okyanusları andırırken gördüklerimin yanılsama olduğunu da kabul edemezdim. Hele de seni gördüğüm anda ilk günümüzde olduğu gibi kalbimin aynı telaşla attığını hissettikten sonra senin dışında, gerçekliğinin dışında hiçbir yalana boyun eğemezdim. 

Neredeydin şimdiye kadar? Yokluğunu hayalinle inkar etmeye çalışırken nasılsın diye soranlara pervasızca iyiyim diyebiliyordum. Oysa iyi değildim işte! Bağlamıştım kendimi sana gizliden gizliye. Bilmeden, ince ama sağlam bağlarla. Senin bir yerlerde, şehre uzak küçük evlerin birinde olduğunu, arasıra da olsa beni düşündüğünü de bilmesem bir anlamı kalmazdı yaşamanın. Korkuyordum yine de. Gecenin bir vakti uykumu bölen sessizlikten, şehrin öteki yakasında, buralarda da hayat var dermişçesine yanıp sönen ışıklardan, her ne kadar sıkı kapatsam da yine pencereden sızıp da perdeyi dalgalandıran rüzgardan özellikle de sensizlikten, hep sensiz kalmaktan.

Neyse lafı uzatmayayım. Sensizlik, sessizlikle eşdeğer bunu bil yeter. Yalanları, aldatıcı hayalleri bir kenara bırakmalı değil mi? Şimdi sen varsın. Senin dışında hiçbir şey yok. Hiçbir şeyin olduğu yerde sen yoksun. Hiçbir şeyin olmadığı yerde varsın sen. Saçmalıyorum galiba. Kendinden mahrum bıraktığın anlara sayarsın bunları da.

Epeydir birşey yapmadım seni düşünmenin dışında. İçimde yarattığım sen ile beraberdim yalnız. Gündüzleri de pek birşey yapmazdım. Evimizin önündeki kar yığınlarını temizlerdim bazen. Ellerim kıpkırmızı, buz keserdi. Güzelliğinden bahsettiğimde yüzünde beliren kırmızılığa benzediğinden midir bilmem hoşuma giderdi.

Off! Sanırım uzattım yine. Yalnızlık zamanlarımda azar azar kazandıklarımı da hovardaca önüne sermek işime geliyor sanırım. Ama susacağım bundan sonra. Sen konuş, güzelliğin konuşsun. Gel yanıma, uzat ellerini bana...

Kapı açıldı... Yıllardır yalnız yaşayan adama yaptığı yemeklerden getirmeyi kendine vazife edinmiş komşu kadın içeri girdi. Yaşlı adamın her zamanki yerinde kıpırdamadan duruşuna şaşırmıştı. Defalarca seslenmesine rağmen yanıt alamayınca ne olduğunu anlayıp son bir defa yoklamak için ona yanaştığında hiçbir canlılık belirtisi göstermemesine rağmen yüzündeki belirsiz tebessümden ve ellerinin hala sıcacık oluşundan korkmuştu...

KENDİM +DE BULUNMA HALİ (VOL:1)

 
 
 
 
 
Son zamanlarda fazlasıyla mutlu olduğum anları yaşıyorum da bu hep sürecek mi diye de merak etmiyor değilim. Uyku mahmurluğuyla "Anne beş dakika daha!" diyen çocuk saflığıyla hayata sesleniyorum:
Biraz daha be biraz daha sürsün bu mutluluk; reva görme bana bu kadarını da!